Rüzgar üste para veriyor devlet kirli enerjiyi teşvik ediyor

Özgür Gürbüz-BirGün/26 Haziran 2017 

Türkiye’deki elektrik piyasasında ilginç gelişmeler yaşanıyor. TEİAŞ’ın (Türkiye Elektrik İletim A.Ş.) geçen hafta yeni rüzgar santralları için düzenlediği ihalelerde ortaya çıkan eksi fiyatlar da bu gelişmelerden biri. İhaleleri, ürettiği elektriği şebekeye en ucuza verecek şirketler kazanıyor. Bazı sahalarda ise şirketler eksi (-) fiyat verdi. Ne demek eksi fiyat? Sen bana ihaleyi ver, ben ürettiğim her kilovatsaat için senden para istemiyorum aksine üste para veriyorum demek. Piyasa fiyatının altına elektriği satmaya razı oldular. Alım garantisi yok, teşvik yok.

Pahalı dedikleri rüzgar sudan ucuz oldu. Kömürcüler, çevreyi kirlettikleri yetmiyormuş gibi piyasa fiyatının üstünde teşvik isterken rüzgar enerjisi tersini yaptı. Bir ihalede eksi fiyat kilovat başına -1,61 sente (ABD doları) kadar çıktı. Şimdi bir hesap yapalım herkes hangi enerji kaynağının ucuz, hangisinin pahalı olduğunu artık net bir şekilde görsün.

2017 yılı için ‘piyasa takas fiyatı’ ortalaması kilovatsaat başına 4 sent. Diyelim ki, bu rüzgar santralları üç yıl sonra çalışmaya başlasın ve o zamanki piyasa fiyatı da 5 sent olsun. Bu durumda, geçen haftaki ihalede -1,61 sent teklif eden firma ürettiği elektriği piyasaya 3,49 sentten satacak. Hem de 10 yıl boyunca. Şimdi de hükümetin nükleer ve kömüre verdikleri teşviklerle bu rakamı kıyaslayalım.


Şebekeye satış fiyatı
(kWs için ABD Doları-sent)
Süre (yıl)
Rüzgar
3,39
10
Kömür (Çayırhan B)
6,04
15
Nükleer (Akkuyu)
12,35
15
Güneş (Karapınar)*
6,99
15
* İhaleye katılan firmalardan Türkiye’de güneş paneli üretecek bir fabrika kurma şartı da istendi.

Ankara Çayırhan’da kurulmak istenen yerli kömürle çalışacak termik santral için Kolin İnşaat, Kalyon Enerji ve Çelikler Holding ortaklığı ürettikleri elektriği kilovatsaat başına 6,04 dolar sentten satma taahhüdüyle ihaleyi kazandı. Fiyat rüzgarın neredeyse iki katı. Üstelik çevreyi kirletecek, iklimi değiştirecek. Bu mu ucuz kömür? Ucuz olan kömür değil hayatımız.

Nükleeri defalarca yazdık. Yine geçen hafta yüzde 49 hissesi Cengiz Holding, Kalyon ve Kolin İnşaat firmalarına satılan Akkuyu santralı eğer hayata geçerse elektriği şebekeye 12,35 dolar sentten verecek. Rüzgar enerjisinden nerdeyse dört kat pahalı. Bu mu ucuz nükleer? Nükleer kaza riskiyle yaşayacak olmamız, bölgede birikecek binlerce ton radyoaktif atık ve Akdeniz’de turizmin darbe alması da cabası.

Karapınar’da güneş için verilen fiyat, kömürün biraz üstünde kalıyor gibi gözükse de bu ihale sizi yanıltmasın. O ihalede, Karapınar’a güneş santrali kuracak firmadan Türkiye’de, yılda en az 500 MW güneş paneli üretecek bir fabrika kurulması da istendi. Başka dedikodular da var. Yakında yeni güneş ihaleleri yapılacak ve biz güneşin ne kadar ucuz olduğunu da kısa zaman içinde göreceğiz. Güneş ihalelerinde de eksi fiyat çıkarsa hiç şaşırmayın.

Rüzgar ve güneş gibi kaynakların çevreci ve dışa bağımlı olmaması gibi özelliklerini bir yana bırakalım artık diğer enerji kaynaklarına karşı ciddi bir fiyat avantajına da sahipler. Enerjide kömür ve nükleere verilen desteğin ne teknik ne de ekonomik bir açıklaması yok. Varsa Enerji Bakanlığı açıklasın, tartışalım.

Hükümet ne kadar direnirse dirensin enerji devrimi Türkiye’de de gerçekleşecek. Tek korkum, bu fiyatlarla iyice cazip hale gelen rüzgar, güneş gibi enerji kaynakları konusundaki eksik düzenlemelerin çevreyi korumak yerine yeni çevre sorunlarına yol açması. Örneğin, rüzgar için gürültü sınır değerlerinden halkın katılımına kadar uzanan birçok başlıkta daha belirgin kurallara ihtiyaç var. Bir an önce meslek odaları, ilgili çevre kuruluşları, şirket temsilcileri ve yetkililer bir araya gelip bu işin nasıl yapılacağı üzerinde anlaşmalı.

Son sözüm de sanayiciye, üreticiye, iktidar partisine ve finans kuruluşlarına. Bu saatten sonra, orada burada elektrik enerjisi pahalı, rekabet edemiyoruz nutukları atmayın. Ucuz elektrik istiyorsanız çıkın ortaya, hükümete kömürle, nükleerle uğraşmamasını söyleyin. Daha pahalı enerjiyi tercih eden siyasetçileri uyarın, kömür ve nükleer santrallara kredi vermeyin. Enerji devrimi lobilerin tüm gayretlerine rağmen Türkiye’de de başladı. Ne durdurabilir ne de görmezden gelebilirsiniz.

Tesisleri zeytin ve meralara tercih edenlere sorular

Özgür Gürbüz-BirGün/19 Haziran 2017

Geçtiğimiz iki hafta boyunca, çitçisinden sivil toplumuna, yurttaşından politikacısına el ele verdi ve zeytinliklerle meraların ‘tesislere’ kurban edilmesini önledi. Tesisten ne kastettiklerini bilmemekle beraber, niyetin yeni maden ve taş ocakları açmak, organize sanayi bölgeleriyle, termik santraller kurmak olduğunu tahmin ediyoruz. İktidar partisi AKP, tek tek tesislerin neler olduklarını ve nereye hangi tesisi planladıklarını hiç açıklamadığı için akla hep aynı sorular geldi. Herkes, bu ne oldukları meçhul tesislerin gerçekten gerekli olup olmadıklarını ve Türkiye’de bu tesisleri kurmak için gıda ihtiyacımızı karşıladığımız zeytinlikler ve meralar gibi kritik öneme sahip alanlar dışında başka bir yer olup olmadığını sordu. İktidardan bir açıklama gelmedi.

Tehlike şimdilik geçti ama önümüzdeki günlerde benzer bir taleple karşı karşıya kalma olasılığı sürüyor. Boş durmayalım. Türkiye’nin gıda konusunda sürdürülebilirliğini gösteren bir araştırmaya dikkat çekerek, hükümeti aynı hatayı tekrarlamaması için uyaralım. Araştırmayı Economist dergisinin İstihbarat Birimi ile bir gıda şirketi Barilla’nın Gıda ve Beslenme Merkezi hazırlamış. Araştırmada 25 ülke incelenmiş. Dünya gayri safi hasılasının yüzde 85’ini ve nüfusun üçte ikisini temsil eden 20 ülkeyle, bölgelerini temsil etmeleri amacıyla bu listeye eklenen Nijerya, Etiyopya, Kolombiya, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri. Üç ana başlıkta 58 değişken esas alınmış. Ana başlıklar, Gıda İsrafı ve Gıda Atığı, Sürdürülebilir Tarım ve Beslenmeyle İlgili Zorluklar.

Türkiye genel değerlendirmede 100 üzerinden 52 puan alarak 19. sırada yer almış. Listenin başında 67,5 puanla Fransa var; Japonya ikinci, Kanada ise üçüncü. Geride bıraktığımız ülkeler sırasıyla Brezilya, Endonezya, BAE, Mısır, Suudi Arabistan ve Hindistan. Bizden daha iyi bir gıda sistemine sahip ülkeler arasında ise İsrail, Etiyopya, Çin, Güney Afrika ve Nijerya da var. Bizden daha iyi durumdaki ülkeleri tahmin edin deseydim bu ülkeleri tahmin edebilir miydiniz, açıkçası merak ediyorum.

Üç ana başlık içinde Türkiye en iyi notu Sürdürülebilir Tarım’dan almış. Bu başlıkta 14. sırada. Zeytincilik ve meracılıkla ilgili tasarılar geçseydi belki de en iyi olduğumuz alanda bile listenin sonlarına doğru gidecektik. Türkiye’nin en zayıf olduğu konu ise Gıda İsrafı ve Gıda Atığı. 25 ülke arasında 20. sırada yer alan Türkiye’nin puanı da 100 üzerinden 43’e kadar geriliyor.

Veriler ortada. Bir zamanlar tarımda kendi kendine yeten ülkeler arasında yer alan Türkiye’nin tek sorunu artık kendine yetip yetememek değil. Tarımın sürdürülebilirliği, gıdanın doğru değerlendirilmesi, atıkların azaltılması ve herkesin iyi beslenebilmesiyle ilgili sorunlar da artık çözülmek için bizden icraat bekliyor. Bizi yönetenler ise adeta tarımı küçümseyerek, “tesis mi zeytin mi” sorusunu sorup, “elbette tesis” bile diyebiliyor.

Tarımın, gıdanın ne kadar hayati olduğunu hatırlamaları için daha ne yapmalı acaba? Sürdürülebilir gıda konusunda önde giden ülkelerin Fransa, Japonya, Kanada, Almanya ve İngiltere gibi ülkeler olması yeterli bir işaret değil mi? Bu ülkeler tesis yapmasını bilmiyor mu? Onlar da ağır sanayi yok mu? Buna rağmen nasıl oluyor da gıda konusunda bizden daha ilerideler? Yanıt ortada. Tesis dediğiniz sanayi adımları, tarımdan vazgeçerek, gıda üretimini küçümseyerek atmak zorunda olduğumuz adımlar değil. Aksine, işin temelinde gıda ve sürdürülebilir tarım var. Önceliğiniz ülkede yaşayanların sağlıklı beslenmesini sağlayacak, doğayı koruyacak bir ekonomi yaratmak olmalı. Ekonomik büyüme için sağlıktan, sürdürülebilir tarımdan ödün verilir mi? Çimento fabrikasını meralara tercih edenler hangi yüzyılda yaşıyor acaba?

Zeytin ve ötesi

Özgür Gürbüz-BirGün/12 Haziran 2017

Geçen hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kısaca “Üretim Reform Paketi” denilen bir kanun tasarısı getirildi. 76 maddelik tasarı yasalaşsaydı ülkede beton üretimi artacak ancak hayatta kalmamızı sağlayan neredeyse her şeyin üretimi azalacaktı. Halk tepki gösterdi, telefonla, eposta ve faksla milletvekillerine özellikle de hükümet temsilcilerine tepkilerini dile getirdi. Sosyal medyada hemen hemen her gün zeytinlikler konuşuldu. Biraz cesareti ve vicdanı olan zeytin üreticisi de Ankara’nın yolunu tuttu. Tasarı baskılar sonucunda Meclis Genel Kurulu’ndan geri çekildi ama tehlike geçmedi. Tasarı ilgili komisyonda tekrar görüşülecek. Bu hafta yeniden Meclis Genel Kurulu’na gelebilir.

Tasarıda öyle maddeler var ki, yıllardır korunmaya çalışılan zeytinlikler, meralar ve kıyılar bir çırpıda yapılaşmaya, sanayiye açılabilir.

Zeytinciliğin Islahı Kanunu’ndaki 20. madde zeytinlik alanların 3 km yakınına zeytinyağı fabrikası dışında kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis kurulmasını yasaklıyor. Yapılmak istenen değişiklikle, kamu yararı kararı alarak, bu alanlara istenilen sanayi tesisinin yapılmasının önü açılıyor. Kestiğin zeytin ağacının iki katını başka yere dik ya da ağaç başına 200 TL öde yeter. Yeni Türkiye’de bunun adı ‘üretim reformu’ oluyor.

Et ithal eden Türkiye’de, elde avuçta kalan meraları korumaya çalışan Mera Kanunu’nun 14. maddesi de değiştirilmek isteniyor. Değiştirirlerse, istedikleri meraları jet hızıyla organize sanayi, endüstri ve teknoloji geliştirme bölgesi ilan edebilecek ve sanayi tesisi kurabilecekler. Verdikleri zararın karşısında ‘ot bedeli’ bile ödemeyecekler. Yeni Türkiye’de buna da ‘üretim reformu’ diyorlar.    

Meralar ve zeytinlikler yetmedi mi? Tasarıda ona da çözüm düşünülmüş. İstedikleri yerde denizi doldurup üstüne tesis yapabilecek, kıyıları da çimentodan, termik santrala istedikleri sanayi tesisiyle donatabilecekler. Muhalefet bas bas “böyle iş olmaz” diye bağırıyor onlara sözüm yok ama merak ediyorum. Şu iktidar partisinin içinde, “Koskoca ülkede sanayi tesisi kuracak alan mı kalmadı? Neden ülkenin üretimine, tarımına ve turizmine hizmet eden bu alanları talan edecek böyle bir tasarıda ısrar ediyoruz” diye soracak bir yürekli milletvekili dahi yok mu? Vallahi, böylesi eski Türkiye’de hiç olmadı.

İşin insanı çıldırtacak bir başka tarafı da tasarının görüşüldüğü komisyonlar. Meclis’e çıktığı komisyon Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu, tali komisyonlar ise Milli Eğitim ile Plan ve Bütçe. Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’na, Çevre Komisyonu’na neden uğramıyor bu tasarı? Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın kendisi nerede? Neden ortaya çıkıp zeytinlikleri, meraları savunmuyor? Zeytinliklere, meralara, kıyılara sanayi ve enerji bakanlıkları mı bakıyor bu ülkede?

Dünyada neredeyse sadece Akdeniz’de yetişen, sağlıklı sofraların temel taşı zeytinden bahsediyoruz. Üç tarafı denizle çevrili, Avrupa’da turizmin göz bebeği olabilecek Türkiye’nin güzel kıyılarından bahsediyoruz. Anadolu’nun farklı jeolojik ve iklimsel özelikleri nedeniyle zengin bir biyoçeşitliliğe, tarımda kendi kendine yetebilme kapasitesine sahip bir ülkeden bahsediyoruz. Tüm bunların üretim zenginliği ve önemli bir ekonomik avantaj olduğunun farkında değil misiniz? Dünyada gıda güvenliğine, temiz sulara, bu değişikliklerle önünü açmayı düşündüğünüz madenlerden daha fazla önem verildiğini artık görün. Altın takmasanız da olur ama zeytin, peynir, süt, sebze ve meyve olmadan nasıl yaşayacaksınız? Kömür yiyip, madenlerden gelen atık suyu içen insan yaptılar da benim mi haberim yok?

Çimentoyu herkes üretebilir, Artvin’in, Rize’nin yeşilini, Akdeniz’in mavisini, Ege’nin zeytinliklerini başka bir ülke yapabilir mi? Yapamaz. O halde bu hafta vekillerinizi, özellikle de iktidar partisinin üyelerini arayın, eposta atın, faks çekin, sosyal medyadan yazın. Komisyona geri çekilen tasarı tamamen geri çekilsin. Ya da içinden zeytinlikleri, kıyıları ve meraları yok eden maddeler çıkarılsın. Bizden sonra bu ülkede yaşayacaklara bir şey kalsın.

10 maddede Trump’ın kararı ve iklim krizi

Özgür Gürbüz-BirGün/5 Haziran 2017

ABD Başkanı Donald Trump’ın Paris Anlaşması’ndan ülkesini çekme kararı, kuşkusuz bugüne, 5 Haziran Dünya Çevre Günü’ne de damgasını vuracak. İklim değişikliğini durduramazsak kutlanacak bir ‘çevre günü’ de olmayacak. Trump’ın kararı (ABD’nin kararı demek doğru olmaz) sonrasında iklimi ve gezegeni kurtarmak için hâlâ umudumuz var mı? 10 maddede özetleyelim.

1. İklim değişikliği nedir?
Dünyamızın iklimini en çok, kullandığımız fosil yakıtlar (petrol, kömür ve doğalgaz) değiştiriyor. Fosil yakıtların kullanılmasıyla ortaya çıkan seragazı emisyonları dünyanın ortalama yüzey sıcaklığının artmasına ve iklimlerin değişmesine neden oluyor. Değişen iklimler de daha sıcak yazlarla birlikte, daha şiddetli yağışlara, alışılmadık iklim olaylarının daha sık görülmesine yol açıyor.

2. En çok kim kirletiyor?
Günümüzdeki küresel emisyonların yüzde 20’si Çin’den, yüzde 17,9’u ABD’den ve yüzde 13,3’ü de Avrupa Birliği’nden kaynaklanıyor. Onları Rusya (%7,5), Hindistan (%4,1) ve Japonya (%3,7) izliyor. Diğer ülkelerin emisyonlarıysa her yıl atmosfere bırakılan seragazı emisyonlarının yüzde 33'ünü oluşturuyor. Türkiye’nin payı da yüzde 1’e yaklaşıyor.

3. 2 dereceyi geçmemeliyiz
Bilim insanları gezegenin ortalama sıcaklığındaki artışın 1,5 dereceyi geçmemesi, en kötü koşullarda 2 derecenin altında kalması gerektiğini söylüyor. Paris Anlaşması’nın hedefi de bu. Halihazırda artış yaklaşık 1 derece. 2 derecenin altında kalmak için de atmosfere bıraktığımız seragazı emisyon miktarının 2 trilyon 900 milyar tonu geçmemesi gerekiyor. Şu ana kadar bu bütçenin 2,1 trilyonunu kullandık. Başta enerji olmak üzere tüketim anlayışımızı değiştirmez, başka bir ekonomik modeli tercih etmezsek, 19 yıl içinde kalan bütçeyi de kullanacağız ve iklim değişikliğinin geri döndürülemez etkileriyle karşı karşıya kalacağız.

4. ABD daha mı çok kirletecek?
ABD’nin Paris Anlaşması’ndan çekilmesi, atmosfere en çok seragazı bırakan ikinci ülkenin hiçbir şey yapmayacağı anlamına gelmiyor. Dünyada olduğu gibi ABD’de fosil yakıt ve nükleer enerjiden yenilenebilir enerjiye geçiş başladı. Bu yatırımların çoğu özel şirketler, belediyeler ve bireyler aracılığıyla yapılıyor. Bu yüzden de Trump’ın ya da merkezi hükümetin kararı, ABD’deki karbonsuzlaşmanın önüne geçemeyecek. Bu karar enerji dönüşümünü yavaşlatsa da durduramayacak. ABD’de kömür ve kaya gazına verilecek teşvikler artarsa fosil yakıtlardan çıkışın yavaşlayabileceği doğru ama bu her şeyin değişeceği anlamına gelmiyor.

5. Obama’nın planı çöpe atılırsa ne olur?
Son analizler, Trump’ın Obama’nın önerdiği ‘İklim Eylem Planı’nı çöpe atması halinde, ABD’nin 2030 yılında atmosfere planlanandan 1 milyar 800 milyon ton daha fazla seragazı bırakabileceğini gösteriyor. Bu da iklim değişikliğini yavaşlatma/durdurma çabalarına zarar verecek. Zaten, Obama döneminde verilen indirim taahhüdü de beklentileri karşılamaktan uzaktı. ABD, Paris Anlaşması kapsamında 2025 yılına kadar emisyonlarını 2005 yılının yüzde 26-28 oranında altına çekmeyi önermişti. Birçok kuruluş (Örneğin Climate Action Tracker) bu hedefi ABD’nin tarihi sorumluluğu ve ekonomik gücü nedeniyle yetersiz buluyor. Trump’la birlikte bu yetersiz taahhüt de geçerliliğini yitirecek.

6. Trump’ın kararının ardında ne var?
Trump’ın ABD’nin Paris Anlaşması’nda çekileceğini açıkladığı konuşmada sıraladığı nedenler genelde ekonomiyle ilgiliydi. Trump, ABD’nin bu anlaşma nedeniyle kayba uğrayacağını, özellikle de işsizliğin artacağını söyledi. “ABD’nin zenginliğinin başka ülkelere dağıtılacağını” söyleyerek, Çin’in emisyonlarını anlaşma kapsamında artıracak olmasından da şikayet etti. ABD’nin dev şirketlerinin liderleri ise aynı fikirde değil. Tesla, Apple ve Dow Chemical gibi dev şirketlerin yönetim kurulu başkanları Trump’ı anlaşmada kalmak için ikna etmeye çalışmışlardı. Trump’ın iklim inkarcılığının arkasında büyük kömür ve petrol devlerinin olduğu da konuşuluyor. 2012 yılından bu yana seçim kampanyaları için fosil yakıt şirketlerinden 10 milyon dolardan fazla bağış alan 22 Cumhuriyetçi senatörün Trump’a Paris Anlaşması’ndan çıkılması yönünde mektup yazdığı konuşuluyor.

7. İklimin yeni lideri Çin mi olacak?
Çin ve AB, Trump’ın kararına rağmen iklim mücadelesinde kalacaklarını söyleseler de, Paris Anlaşması’nın hayata geçeceği 2020’ye kadar sürecek pazarlıklarda, ABD’nin açığını kapatmak için ne yapacaklarını açıklamadılar. Paris Anlaşması’nın bağlayıcılığının olmaması ve ABD’nin çekilmesi, pazarlık sürecinde diğer ülkeleri de gevşetebilir. Bu da gerekli azaltım hedeflerine ulaşmayı engelleyebilir. Trump’ın kararının, hava kirliliği gibi çevre sorunlarıyla boğuşan, kömür tüketimini hızla azaltmaya çalışan ve yenilenebilir enerji yatırımlarıyla ekonomisini güçlendiren Çin’e önemli bir liderlik fırsatı sunduğu kesin.

8. Türkiye ne yapıyor?
Türkiye gibi kömürde ısrar eden ülkelerin Trump’ın kararını Paris Anlaşması’na taraf olmamak ve emisyonları azaltmamak için bir bahane olarak kullanacağını söyleyebiliriz. İklim Başmüzakerecesi Mehmet Emin Birpınar’ın Twitter’da yaptığı açıklamalar, Türkiye’nin imza attığı Paris Anlaşması’nı yakın zamanda Meclis’e getirip onaylamayacağını gösteriyor. Türkiye yılda 475 milyon ton seragazı üretiyor. Paris Anlaşması kapsamında verilen taahhüt, bu miktarı azaltmayı değil, artışı çok az da olsa sınırlandırmayı öneriyor. Taahhüde göre Türkiye 2030 yılına gelindiğinde seragazı emisyonlarını 929 milyon tona çıkaracak, neredeyse ikiye katlayacak. Bu da Türkiye’nin aslında iklim için hiçbir şey yapmaması demek.

9. Paris Anlaşması yeterli mi?
Paris Anlaşması’nda ülkelerin verdiği taahhütler, ABD anlaşmada kalsa bile yeterli değildi. Ortalama yüzey sıcaklığının 2 derecenin altında kalması için imzacı ülkelerin, seragazı emisyonlarını 14 milyar ton daha azaltacak yeni taahhütlerde bulunmaları gerekiyordu. Plan önümüzdeki üç yıl içinde anlaşmaya taraf ülkelerin pazarlıklarla azaltım hedeflerini yükseltmeleriydi. ABD’nin olmadığı bu pazarlık sürecinde bu işin daha zor olacağı kesin. Şu ana kadar anlaşmaya imza atan 197 ülkeden 147’si anlaşmayı onayladı. Türkiye, İran, Hollanda ve Rusya henüz anlaşmayı onaylamayan ülkeler arasında.

10. Şimdi ne yapmalı?
İklim değişikliğini durdurmak için çok az zaman var. Bu yüzden de ABD üzerindeki uluslararası baskının hiç olmadığı kadar artırılması şart. ABD’deki Trump karşıtı muhalefete de büyük iş düşüyor. Yenilenebilir enerjiden yararlanan, bu konuda net politikalara sahip eyaletler ve bireyler, merkezi hükümetin kararına rağmen seragazı emisyonlarını azaltan plan ve eylemlere sahip çıkmalı. Diğer ülkelerin de ellerini taşın altına koyup gerçekçi bir hedef için dünyayı fosil ekonomisinden güneş ekonomisine geçirecek yeni bir ekonomik düzende birleşmeleri şart.